Gecmis - Gelecek

Paylasmak Guzeldir

Friday, November 10, 2006

10 Kasım

Karşımıza çıkan zorlukların bizi yıldırdığı zamanlar olur bazen. O zamanlarda bize destek olacak kimseyi de bulamayabiliriz. Böyle zamanlarda kendimize ve yaptığımız işin doğruluğuna inanmak, başaracağımıza güvenmek en güçlü dayanağımızdır aslında. Başarıya ulaşan hiç kimse bunu kolay yapmamıştır. Aşağıdaki durumda biz olsak nasıl hareket ederdik dersiniz?



Aşağıdaki yazıyı Melih Aşık’ın Milliyet’teki köşesinden aldım.



Kimdi bu adam?


7 yaşındayken babasını kaybetti ve yetim kaldı. 8 yaşında okuldan alındı ve köyde yaşadı...
10 yaşında yüzü kanlar içinde kalacak şekilde, yeni okulundaki hocasından dayak yedi. Ailesi onu okuldan aldı.
17 yaşında hayalindeki okulun istediği bölümü için gerekli not ortalamasını tutturamadı.
24 yaşında tutuklandı, günlerce sorguya çekildi ve 2 ay tek başına bir hücrede hapis yattı.
25 yaşında sürgüne gönderildi...
27 yaşında kendisinden bir yaş büyük meslektaşı kendisinin de üyesi bulduğu derneğin çalışmalarıyla kahraman ilan edilirken, kendisi hiç önemsenmiyordu.
30 yaşında kendisi başka şehirleri düşman elinden kurtarmaya çalışırken, doğduğu şehir düşmanların eline geçti.
30 yaşında amiri, onu kendisinden uzaklaştırmak için başka göreve atanmasını sağladı. Yeni görevinde fiilen işsiz bırakıldı. Aylarca boş kaldı.
37 yaşında böbrek hastalığından Viyana'da 2 ay hasta ve yalnız halde yattı.
37 yaşında komutan olarak yeni atandığı ordu, dağıtıldı.
38 yaşında Savunma Bakanı tarafından görevinden atıldı.
38 yaşında bir toplantıda giyebileceği bir tek sivil elbisesi bile yoktu ve başkasından bir redingot ödünç aldı. Ayrıca cebinde sadece 80 lirası vardı. 38 yaşında kendisi için tutuklama kararı çıkarıldı.
39 yaşında idam cezasına çarptırıldı.

Sonra ne mi oldu? 42 yaşında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı oldu!

Bu öykü efsanevi lider Mustafa Kemal Atatürk'e aittir.

Mümin Sekman, bu öyküyü, insanoğlunun azmine örnek olarak yazmış. Diyor ki:
- Başarınızın önündeki engel ne? Paranız mı yok? Atatürk'ün de yoktu! Sağlığınız mı bozuk? Atatürk'ün de bozuktu! Çevrenizde sizi çekemeyenler mi var? Atatürk'ün de vardı! Bazı yakın arkadaşlarınız sizi arkadan mı vurdu? Atatürk'ün de başına geldi! Aileniz çok zengin değil miydi? Atatürk'ünki de değildi! Amirleriniz hakkınızı mı yiyor? Atatürk'ünkini de yemişlerdi! vs..vs...vs..
Özeti: Çaresizlikten yakınmayın.. Çare sizsiniz..



Olaylara ve kişilere zaman zaman farklı açılardan bakmak, bize çıkarılacak yeni dersler sağlıyor.

2 Comments:

  • At 5:21 AM, Anonymous Anonymous said…

    bir mucize olsa ve Atatürk dirilse, ülkenin bugünkü hali eminim onu cok üzerdi :( zengin fakir ucurumu, bilincsiz sehirlesme ve gecekondular,dökülen egitim adalet sistemimiz,sayisi yüzbinlerle ifade edilen her mahallede birkac tane bulunan erkek erkege kıro kahvehanesi, töre cinayetleri, kadının toplumdaki geri konumu, onun zamanından düsük kadın oranıyla kahvehane gibi bir meclis, ahhh ahhh say say bitmez :( Atam özür dilerim senden milletim adına, mirasını çarçur ettik beceremedik iyi degerlendirmesini ! ne saglam ve helal mirasmış ama ye ye bitiremedik yaa hala :(

     
  • At 1:23 PM, Anonymous Anonymous said…

    Ben Atatürk'ü çok uzun zamanlarca sevmem öğretildiği için sevdim. Ancak son zamanlardadır -içinde bulunduğu şartları da gözönüne alarak- yaptıklarını anlamam ve takdir etmem. Çok daha iyi şartlarda bulunan son -uzun- dönem politikacıları ve verdikleri ödünler dikkate alındığında bu çok daha iyi anlaşılıyor. İnsanların güc'ü kaybetmemek adına (çıkarlarını uğruna), halka şirin görünmek için boyun eğdikleri yanlışlar, ilkellikler, prensipsizlikler inanılır gelmiyor. Bu hareketsiz/tepkisiz kalarak yanlışın devam etmesine göz yummayı da içeriyor. Neden olduğunu anlamak ise neredeyse olanaksız. Ancak sonuçta, hala onları da vuruyor bu orman-kanunu-yaşam biçimi, içinde yaşıyorlar çünkü. Farkındalar mı bilinmez ya??? Filiz,

     

Post a Comment

<< Home