Gecmis - Gelecek

Paylasmak Guzeldir

Tuesday, October 31, 2006

Ermeni Meselesinin Siyasî Tarih Sahnesine Çıkışı

Ermeni Meselesinin Siyasî Tarih Sahnesine Çıkışı

Sorulmayan Soru

Benim gibi bir çok kişinin de aklını kurcalayan bir soru olduğunu düşünüyorum; Ermeniler konusu neden birden bire ortaya çıktı? Yüzyıllarca, dost olmasalar bile karşılıklı anlayış içinde bir arada yaşayan Ermenilerle Türkler, birden bire 19. yüzyılın ikinci yarısında nasıl düşman oldular? Ermeni soykırımı iddialarının sahipleri gerçekten de Osmanlı yönetiminin 1915 yılında bir sabah yataktan kalkıp ne kadar Ermeni varsa ortadan kaldırmaya mı karar verdiğini düşünüyorlar? Sakın bunca yıl sonra Ermenilerin yerlerinden edilmeleri kendi yaptıkları bir şeyden kaynaklanıyor olmasın!

Olayların kaynağına bir göz atalım birlikte:

Ermeniler konusu ilk kez Ayastefanos'ta (Bugünkü adıyla İstanbul’daki Yeşilköy)1878 yılında Osmanlı Devleti ile Rusya Devleti arasında imzalanan sulh antlaşması ile uluslararası yazışmalara konu olmuştur. O zamana kadar gündemde olan ıslahat talepleri özel olarak belirli bir topluluğu değil, Hıristiyan tebeayı kapsamaktaydı.

Osmanlı Devleti 1877-78 Osmanli-Rus savaşında yenilip Rus ordusu Ayastefanos'a geldiği zaman Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan Rusya Başkumandanı Grandük Nikola'ya başvurarak Ayastefanos'ta imzalanan sulh antlaşmasına Ermeni milleti lehine bazı maddeler konulmasını sağladı. Ayastefanos'ta 3 Mart 1878 tarihinde imzalanmış olan sulh antlaşmasının 16. maddesi ile Osmanlı Devleti Ermenilerin yerleşik olarak bulundukları eyâletlerde o yerin ihtiyaçlarına göre gerekli ıslahat ve düzenlemeleri yapmayı taahhüt ediyordu.

Rusların Ayastefanos'ta elde ettiği kazanımları çıkarlarına aykırı bulan Alman Şansölyesi Otto von Bismarck’ın önderlik ettiği Berlin Kongresi'nin toplanışı sırasında yine bu patrik, kendisinden önceki patrik Kırımyan’ın başkanlığında Berlin'e bir heyet göndererek Ayastefanos Antlaşması'na konulan maddelerin Berlin Antlaşması'na da alınmasını temin etmiştir Osmanlı Devleti, Ingiltere, Fransa, Avusturya, Almanya, Italya ve Rusya'nın da katıldığı Berlin Kongresi 13 Temmuz 1878'de imzalanan bir anlaşmayla son buldu. 1878 Berlin Antlaşması'nın 61. maddesi, ahalisi Ermeni olan eyâletlerde o yerin ihtiyaçlarına göre gerekli olan ıslahatı yapma ve Çerkeslerle Doğu Anadolu halkına karşı Ermenilerin huzur ve emniyetini sağlama görevini Osmanlı Devleti’ne yüklemiştir. Bâbıâlî'nin alınan tedbirler hakkında yeri geldikçe bilgi vereceği ve devletlerin bu tedbirlerin uygulanmasına nezaret edecekleri şeklindeki husus da bu maddenin gereklerindendir.

Berlin Antlaşmasının 61. maddesi, 1897 yılına kadar Rusya, Fransa, Almanya ve İngiltere’nin Osmanlı Devletinin çeşitli eyaletlerine heyetler, komiserler göndermelerine, sert notalar gönderip tehditlerle çeşitli avantajlar sağlamalarına yaradı. Ayrıca Osmanlı Devleti ile ilgili bilgi toplamalarını, kararlarını etkilemelerini de sağladı.

Bu müdahalelerin neden bu dönemde başladığına ilişkin olarak, söz konusu dönemde Bitlis ve Van vilayetlerinde 5 yıl kadar Rus Dışişleri görevlisi olarak bulunan Rus General Mayevsky, aşağıdaki değerlendirmeyi yapıyor:

"1870 yılı sonuna kadar Avrupa Türkiye’yi korumak için bir çaba sarfetmemişti. Çünkü Türkiye Rusya’ya karşı bir engel oluşturmaktaydı. Balkan işlerinde Rus siyaseti hissedilmeye başladığından beri burada Rus varlığını hoş görmeyen Avrupa çeşitli Hıristiyan hükümetleri kurmuştu.
1877-78 seferi Rusları zayıf düşürmek için tertiplenmiş olan bir Avrupa oyunuydu. Fakat sonuçta Türkiye zayıf düştü. Rusya’nın bir eli demek olan Bulgar Prensliği'nin ortaya çıkmasına Avrupa göz yumdu. Fakat Avrupa’nın genel dengesi için Türkiye’nin kuvvetli kalması gerektiğinden sonuçta sınır Avrupa’nın istediği şekilde çizildi. Esasen Bulgarlar Avrupa’da siyasî varlıklarını gösterecek çağda değildiler. Bir de baktılar ki Bulgaristan Avrupa’nın umduğu gibi çıkmadı, aksine Rusya’nın öncüsü gibi göründü. 1890 yılında Avrupa’nın Türkiye hakkındaki görüşü birden bire değişti; Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması politikası aksine, bu hükümeti yavaş yavaş ortadan kaldırma politikasına dönüştü. Birçok büyük devletin meşhur politikacıları ondokuzuncu asırda Avrupa’da Türkiye’nin varlığı bütün Avrupalılar için utançtır diye açıkça bağırmaya başladılar.
1895 yılında Türkiye’nin paylaşılması projesi tamamlanmış ve Bâbıâlî Avrupa korumasından mahrum kalmıştır.
Türkiye Ruslara karşı koyabildikçe Avrupa kendisine dosttu. Fakat Türkiye’nin gücü zayıfladıkça ve Avrupa’nın istediği zamanda Rusya ile savaşa istekli olmayınca Avrupa’nın Türkiye’ye karşı dostluğu da ortadan kalktı. Rusya bir asırdır yeni yeni olaylar çıkmasına elverişli olan Doğu Hıristiyanları'nın koruyucusu olmuştur. Bu gibi karışıklıklar Türkiye’de o kadar kolay ortaya çıkmaktadır ki sadece biraz bozguncuların tarafını tutar gibi görünmek yeterlidir; karışıklık hemen hazırdır. Rusya da hemen kılıcı çeker ve Hıristiyanları savunmaya koşar. Bundan dolayı her türden yeni karışıklıklar Rusya-Türkiye savaşına en güzel sebep oluşturur. Bu konuda batı diplomasisi zorunlu bir çaba gösterir.
Eğer böyle olmaz da Türkiye’de karışıklık sürerse Avrupa için müdahale yolu açılır ki bu da batı diplomasisinin işine gelir. Fakat kendisi için zorluklar ortaya çıkar.
1894 senesinden itibaren Türkiye’de tedirginlik veren bir çok olay meydana gelmeye başlamıştır. Eğer Avrupa desteği olmasaydı yeryüzünde böyle bir olay hiç bir zaman ortaya çıkmazdı. İlk etapta Ermeni sorunu ortaya atıldı. Bu sorun Osmanlı Asyası'ndaki on vilâyeti kana buladı. Rusların ses çıkarmadığı ve Ermenilerin de artık güçten düştüğünü gören Avrupa Türkiye’nin başına yeni bir Girit sorunu çıkardı. Bunun da beklenen neticesi olarak Türk-Yunan savaşı ortaya çıktı. Ve bunun da ardından Makedonya sorunu baş gösterdi. İşte on senedir birbirini izleyen olayların sonucu artık bütün bu meselelerin sonuna yaklaşıldığını gösteriyor.
İşte bu şekilde Ermeni meselesi Avrupaca oynanmaya başlanan dramın birinci perdesini oluşturur. Bunun da başlangıcı bir asırdır Doğu’yu rahatsız eden peşpeşe olaylardır.
Ermeni hükümetinin kurulması, çeşitli milletlerden olan Güney Kafkasya’nın diğer tarafındaki Rusya’nın Osmanlı Asyası’na doğru genişlemesine Avrupa tarafından istenen güzel bir engeldir. Böyle bir düşüncenin gerçekleşmesi zordur. (Bu bölgede Doğu Anadolu halkı Ermenilerden bir kaç kat fazladır).
Ancak Avrupa bunda başarılı olunur düşüncesiyle Ermenileri satın aldı ve taraf tutarak 1895 ve 1896 yıllarındaki olayları çıkarttı.
İngiltere ilk önce Ermeni sorununu ortaya attı. Ermeni sorununu alkışlayan diğer Avrupa hükümetleri sorunun içinden çıkılmaz bir halde olduğunu biliyordu. Ancak bunlar da Ermeni komitesini hiç sevmediklerinden bu karışıklığın sonunda Ermenilerin uğrayacakları zararları dikkate almadılar. Genelde onlar için Ermeni kargaşasının gündeme gelmesi gerekliydi. Ermeniler bilmeden görevlerini tamamladıklarında Avrupa onları üzerinden atıp kurtuldu. 1898 ve 1899 yıllarında artık kimse onlarla ilgilenmedi. Ermeniler böyle bir köşeye atıldıklarında 1894 yılından bin kat daha kötü durumdaydılar. Şimdi Ermeni sorunu basında bile görünmez oldu. Ancak bazı yerlerde Ermenilerin unutulmaması için konuşmalar ve konferanslar yapıldığı ara sıra basında görülüyor. Paris, Cenevre, Brüksel, Milan, Budapeşte çoğunlukla bu gibi ısmarlama konferansların yapıldığı yerlerdir. Daha geçende bir çok Ermeni dostları Berlin’de toplanmışlardı. Konuşmacılar Ermenilerin içine düştüğü felâketi ve Avrupa’nın bunu üzerinden nasıl silkinip attığını, özellikle Rusya’nın hiç ses çıkarmadığını yakınarak anlattılar. Tüm olanlara rağmen Ermeni sorunu diplomatların programından çıkmış oldu.
Bununla beraber Fransa’daki meşhur politikacılardan Jores, Klemanso, Anatol Frans ve Presanse’nin etkili konuşmaları ve İtalya’nın da işe karışır gibi görünmesi belki Ermeni sorununu yeniden canlandırabilir.
Oysa yapılan her şey Türkiye’nin göz kamaştıran mirasından hisse sahibi olmak amacına yöneliktir. Hıristiyanları korumak, insanlığı ve kanunu savunmak, bunların hepsi sıkılmamak için birer maskedir. Ermenilerin gerçekten zor duruma düşmelerine Avrupa aldırış bile etmemektedir. Ermeniler parlak konuşmalardan etkilenip bir daha ayaklansalar ve geçen olaylar kadar zarara uğrasalar o ünlü konuşmacıların meydana gelecek sonuçtan zerre kadar yüzleri kızarmaz.”


Gerçekten de 1897-1912 yılları arasında geçen süre içerisinde Ermeni konusu Avrupa ülkeleri ile siyasî sorun olmaktan çıkmıştı. Avrupa devlet ve sefirlerinin Osmanlı hükümetine karşı görevleri; sıradan olaylar sebebiyle tazminat talebinde bulunmak ve olaylara neden olanların cezalandırılmalarını istemek gibi girişimlere ve ağırlığı olmayan başvurulara dönüşmüştü. 1909 yılında Adana’da ortaya çıkan olaylar bile politik açıdan ilgi çekmedi. Yalnız söz konusu devletlerden bazıları tebealarından zarar görenler lehinde tazminat istemekle yetindiler.

1912 yılından itibaren ise Ermeni talepleri tekrar canlandırılmaya başladı. Bu dönem aynı zamanda I. Dünya Savaşının zeminini hazırlayan çalışmalarının da yapılmaya başladığı dönem.




Kaynaklar:
• Tiflis Başşehbenderi Münir Süreyya Bey’in 9 Temmuz 1916 tarihli raporu.
BAŞBAKANLIK DEVLET ARŞİVLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı

• Internet araştırmaları

Tehciri Başlatan Bakanlar Kurulu Kararı

Ermenileri yoketmeyi amaçladığı iddia edilen Osmanlı yönetimi, Ermenilerin ülkenin başka bölgelerine taşınmasiını gizli kapaklı emirlerle değil, Bakanlar Kurulu kararıyla gerçekleştirmiştir. Taşımanın gerekçeleri kararda belirtilmiş, taşıma ve yerleştirme masrafları için ödenek ayrılmıştır. Sonuçları ne olursa olsun, amacın yoketme olmadığını gösteren önemli belgelerden biri olan Bakanlar Kurulu Kararının tercümesi, ilgilenenler için aşağıda sunulmuştur.


Kaynak: T.C. Basbakanlik Devlet Arsivleri Genel Mudurlugu


1198_1

MV. 198/24

Meclis i Vükelâ müzâkerâtına mahsûs zabıtnâme

Sıra numarası: 163

Târîh
Arabî: 15 Receb sene [1]333
Rûmî: 17 Mayıs sene [1]331

Hulâsa i me’âli

Menâtık ı harbiyyeye civâr mahallerde sâkin Ermenilerden bir kısmının hudûd ı Osmâniyyeyi a‘dâ yı devlete karşı muhâfaza ile meşgûl olan Ordu yı Hümâyûn’un harekâtını tas‘îb ve erzâk ve mühimmât ı askeriyye nakliyâtını işkâl ve düşman ile tevhîd i âmâl ü ef‘âl ve bi’l hâssa sufûf ı a‘dâya iltihâk ve memleket dâhilinde kuvâ yı askeriyyeye ve ahâlî i ma‘sûmeye müsellahan ta‘arruz ve şuhûr ve kasabât ı Osmâniyye’ye tasallut ile katl ve nehb ü gârete ve düşman kuvâ yı bahriyyesine erzâk tedârikiyle mevâki‘ i müstahkemeyi irâ’eye cür’etleri bu gibi anâsır ı ihtilâliyyenin sâha i harekâtdan uzaklaşdırılmasını ve usâta üssü’l harekât ve melce’ olan köylerin tahliyesini îcâb ederek bu bâbda ba‘zı gûnâ icrâ’âta başlanıldığı ve mine’l cümle Van, Bitlis, Erzurum vilâyâtıyla nefs i Adana, nefs i Sis ve nefs i Mersin müstesnâ olmak üzre Adana, Mersin, Kozan, Cebel i Bereket livâları ve nefs i Mar‘aş müstesnâ olmak üzre Mar‘aş sancağı ve Haleb vilâyetinin merkez kazâları müstesnâ olmak üzre İskenderun, Bilân(Beylân), Cisr i Şuğur ve Antakya kazâları kurâ ve kasabâtında sâkin Ermenilerin vilâyât ı cenûbiyyeye sevkine bi’l ibtidâr Van vilâyetiyle hem hudûd olan kısm ı şimâlîsi müstesnâ olmak üzre Musul vilâyetine ve Zor sancağına ve nefs i Urfa müstesnâ olmak üzre Urfa sancağının kısm ı cenûbîsine ve Haleb vilâyetinin şark ve şark ı cenûbî kısmına ve Suriye vilâyetinin kısm ı şarkîsinde ta‘yîn ve tahsîs edilen mahallere nakl ü iskânına mübâşeret ve devâm edilmekde bulunduğu beyânıyla menfa‘at i esâsiyye i devlete muvâfık telakkî edilen bu cereyânın bir usûl ve kâ’ide i muttarideye rabtı lüzûmuna ve bu bâbda ba‘zı ifâdâta dâ’ir Dâhiliye Nezâreti’nin 13 Mayıs sene [1]331târîhli ve 270 numaralu tezkiresi okundu.

Karârı

Fi’l hakîka devletin muhâfaza i mevcûdiyet ve emniyeti uğrunda tevâlî eden icrâ’ât ve ıslâhât ı fedâkârîsi üzerinde icrâ i sû’ i te’sîre sebeb olan bu kabîl harekât ı muzırranın icrâ’ât ı mü’essire ile imhâ ve izâlesi kat‘iyyen muktezî ve nezâret i müşârun ileyhâca bu emirde ibtidâr olunan icâ’âtdaki isâbet bedîhî olduğundan tezkire i mezkûrede der miyân kılındığı üzre muharrerü’l esâmî kurâ ve kasabâtda sâkin Ermenilerden nakli îcâb edenlerin mahâll i mertebe i iskânlarına müreffehen sevk ve îsâlleriyle güzergâhlarında te’mîn i istirâhat ve muhâfaza i cân ü mâlları ve muvâsalatlarında keyfiyet i îvâlarıyla sûret i kat‘iyyede iskânlarına kadar muhâcirîn tahsîsâtından i‘âşeleri ve ahvâl i sâbıka i mâliyye ve iktisâdiyyeleri nisbetinde kendilerine emlâk ve arâzî tevzî‘i ve içlerinden muhtâc olanlara taraf ı hükûmetden mesâkin inşâsı ve zürrâ‘ ve muhtâcîn i erbâb ı san‘ata tohumluk ve âlât ve edevât tevzî‘i ve terk etdikleri memleketde kalan emvâl ve eşyâlarının veyâhûd kıymetlerinin kendilerine suver i münâsibe ile i‘âdesi ve tahliye edilen köylere muhâcir ve aşâ’ir iskânıyla emlâk ve arâzînin kıymeti takdîr edilerek kendilerine tevzî‘i ve tahliye edilen şühûr ve kasabâtda kâ’in olup nakledilen ahâlîye emvâl i gayr i menkûlenin tahrîr ve tesbît i cinsi ve kıymet ve mikdârından sonra muhâcirîne tevzî‘i ve muhâcirînin ihtisâs ve iştigâlleri hâricinde kalacak zeytinlik, dutluk, bağ ve portakallıklarla dükkan, han, fabrika ve depo gibi akârâtın bi’l müzâyede bey‘yâhûd îcârı ile bedelât ı bâliğasının kendilerine i‘tâ edilmek üzre ashâbı nâmına emâneten mal sandıklarına tevdî‘i ve mu‘âmelât ve icrâ’ât ı mesrûdenin îfâsı zımnında vukû‘ bulacak sarfiyâtın muhâcirîn tahsîsâtından tesviyesi zımnında nezâret i müşârun ileyhâca tanzîm edilmiş olan ta‘lîmâtnâmenin bi tamâmihâ tatbîk i ahkâmıyla emvâl i metrûkenin te‘mîn i muhâfaza ve idâresi ve mu‘âmelât ı umâmiyye i iskâniyyenin tesrî‘ ve tanzîmi ve tedkîk ve teftîş ve bu husûsda ta‘lîmâtnâme ahkâmı ve nezâret i müşârun ileyhâdan ahz u telakkî edilecek evâmir dâ’iresinde mukarrerât ittihâz ve tatbîki ve tâlî komisyonlar teşkîli ile ma‘âşlı me’mûr istihdâmı vazîfe ve salâhiyetlerini hâ’iz olmak ve doğrudan doğruya Dâhiliye Nezâreti’ne merbût bulunmak ve bir re’îs ile biri me’mûrîn i dâhiliyyeden ve diğeri me’mûrîn i mâliyyeden intihâb ve ta‘yîn edilecek iki a‘zâdan terekküb etmek üzre komisyonlar teşkîl edilerek mahallerine i‘zâmı ve komisyon gönderilmeyen mahallerde mezkûr ta‘lîmâtnâmenin vâlîler tarafından icrâ yı ahkâmı tensîb edilmiş olduğunun cevâben nezâret i müşârun ileyhâya teblîği ve devâ’ir i müte‘allikaya ma‘lûmât i‘tâsı tezekkür kılındı.

Meclis i Vükelâ a‘zâlarının imzâları.

Wednesday, October 18, 2006

Gunahsiz Ulkeler I. Somurgecilik

Ermeni soykirimini parlamentolarinda kabul eden ulkelerin gecmiste bir bicimde soykirima karismis ya da bizzat soykirim gerceklestirmis ulkeler olduklarini gormek, bir baskasini daha suclu gostererek gunahlarini unutturma, sucu yansitarak kurtulmaya calisma cabasi icinde olduklarini gun isigina cikartiyor.

Birkac ornek:

I. Somurgecilik



Ulke: Belcika
Konu: Demokratik Congo Cumhuriyeti (Bagimsiz Congo Devleti - Belcika Congo`su - Congo Cumhuriyeti - Zaire)
Sonuc: 15 milyon civarinda can kaybi, tukenmis bir ulke


Afrikanin dogal kaynaklari Avrupa ulkelerinin ilgi odagi olmaya 15. yuzyilda basladi. Portekizli denizci Diogo Cao 1483`te Congo nehrine ulasti. Bir kiyi ulkesi olan Kongo Kralligi ile Portekiz arasindaki ticaret kisa surede gelisti. Diger tum ticareti golgede birakacak seviyede gelisen ise kole ticareti oldu. Portekizlileri 17. yuzyilda Hollandalilar, onlari da Fransiz ve Ingilizler izledi.

Congo`nun kaderi, 9 Nisan 1835`te Bruksel`de dogan Leopold Luis Philippe Marie Victor`un 1865 yilininin 10 Aralik`inda olen babasindan Belcika tacini devralmasiyla degismeye basladi. Leopold izleyen 20 yilda, Belcika`yi daha buyuk ve daha guclu yapma hayalini uygulamaya koydu.

Parlamenter bir monarsi olan Belcika`da parlamentoya istediklerini hemen Kabul ettiremeyen Leopold 1876 yilinda Bruksel`de uluslararasi bur cografya konferansi duzenleyerek ”Congo bolgesindeki topluluklara bilimsel arastirmalar ve yasal ticaret yoluyla medeniyeti tanitmak ve `Arap` kole tacirleri ile mucadele etmek” amaciyla uluslararasi bir komite olusturmayi onerdi. Sonucta Uluslararasi Afrika Birligi (Association Internationale Africaine (International African Association)) kuruldu ve baskanligina Leopold getirildi.

Leopold 1878 yilinda kurdugu ve uluslararasi ticari, bilimsel ve insani bir komite olarak tanimlanan Comité d'Études du Haut Congo (CEHC) araciligiyla, 1874 yilinda Amerikan ve Ingiliz gazetelerinin destegiyle bir Afrika kesif seyahati yaparak kitada 3 yilda 11,000 km yol alan populer arastirmaci Henry Morton Stanley`i Congo`yu daha derinlemesine arastirmakla gorevlendirdi. Stanley`in gercek gorevi ise Congo nehrinin guneyinde kalan bolgede Belcika egemenligini tesis etmek ve Congo kaucuk ve fildisi ticareti uzerinde tekel kurmak olacakti. Stanley`in arastirmasini paravan olarak kullanarak Afrika`da somurge kurma planlarinin Ingilizlerce engellenmesini onleyen Leopold, Stanley`e edinebildigi kadar arazi edinmesi ve kabile reislerinin sadakatini saglamasi talimatini verdi.

Stanley 1884`e kadar suren 2 sefer sonunda bulabildigi tum fildisini satin aldi, aralarinda bugunku Kinsasha`nin (O zamanki adi Leopoldville) da oldugu bircok yerlesim yeri kurdu, nehir boyunca 200 km`den fazla demiryolu yaptirdi, kabile reisleriyle topraklarinin hakimiyetini kumas ve takilar karsiliginda Leopold`a birakan 450 den fazla anlasma imzaladi. 1882 yilinda Comité d'Études du Haut Congo, Association Internationale du Congo (Uluslararasi Congo Birligi) olarak yeniden orgutlendi. Orgutun tek hissedari Leopold`e ait bir sirketti. Bu asamadan sonra Leopold, Stanley`in yaptigi anlasmalarla edindigi topraklarin egemenlik haklarinin uluslararasi alanda taninmasi icin calismaya basladi.
1885 Subat`inda, calismalarina bir onceki yil baslayan Berlin Konferansi Congo nehrinin kuzeyinde kalan 670.000 kilometrekarelik bolgenin (Bugunku Congo-Brazzaville ve Central African Republic) Fransa`ya, guneyindeki 910,000 kilometrekarelik bolgenin de Portekiz`e (Bugunku Angola) birakilmasiyla sona erdi. Biraz manipulasyonla Leopold, guney kiyidaki bolgenin geri kalani olan 2,3 milyon kilometrekarelik bolgenin État Indépendant du Congo (Bagimsiz Congo Devleti - Congo Free State - CFS) adiyla taninmasini sagladi. 28 Mayis 1885`te de ulkede hukumranligini ilan etti. Berlin Genel Anlasmasina gore ulkedeki 30 milyon Congolunun maddi ve manevi yasam kosullarini gelistirmek, kole ticaretini ortadan kaldirmak yukumlulugunu ustlenen Leopold, izleyen 23 yil boyunca dogrudan ya da karlarindan %50 oraninda pay vermeleri karsiliginda cesitli yuklenicilere sagladigi imtiyazlarla ulkeyi somurerek kisisel servetini muazzam boyutlara ulastirdi. Bu donem ayni zamanda ulke tarihinde meydana gelen en korkunc suclara taniklik etti.
Leopold bu donemde Avrupali komutanlarca idare edilen yerel bir ordu kurarak servetinin guvenligini sagladi. Ordunun da baskisiyla Congolular sistematik olarak somurulduler. Zorla calistirildilar, yuksek vergiler odemek zorunda biraktirildilar. Kazanc ve vergilerin pek azi ulke hazinesine gitti. Leopold ulkeyi iki ekonomik bolgeye ayirdi. Biri Serbest Ticaret Bolgesi, digeri ise Leopold`un kisisel zenginlesme alani (domeine prive). Adi serbest olsa da Serbest Ticaret Bolgesinde Congolular yalnizca Leopold tarafindan yetki verilen tucarlar ile alis veris yapabiliyorlardi. Tuccarlara birakilan kar marjinin dusuklugu, onlarin da halki daha fazla zorlamasina yol acti. “Capitas” adi verilen Afrikali lejyonerlerden olusan kucuk ordular kurarak halki giderek daha fazla baski altinda calistirdilar. Ozel bolgede ise yalnizca devletle alis veris yapilabiliyordu. Ureticilerin uretim kotalari vardi ve fiyatlar devlet tarafindan belirleniyordu. Halkin % 10`u surekli, % 25`I ise aralikli olarak zorunlu iscilik yapmaktaydi.
1887 yilinda uzerinde yasanmayan tum topraklar devletin mulkiyetine gecirildi. 1888`de Belcika parlamentosu, Congo`da kullanilmak uzere Leopold`a 10 milyon Frank kredi verdi. Boylece Belcika devleti ile Leopold`un rejimi arasinda ilk baglar su yuzune cikmaya basladi. Ilerleyen zaman icinde Belcika parlamentosu Congo`ya 25 milyon Frank daha kredi sagladi.
1891 yilinda otomobillerde sisme lastik tekerlek kullanilmaya baslamasiyla kaucuk fiyatlari zirveye ulasti. Kar marjlari % 700`u buluyordu. Bu firsati degerlendirmek isteyen Leopold rejimi Congolularin emegini daha yuksek oranda somurecek onlemler aldi. Yerel kabile reisleri kaucuk vergisi adi altinda, esleri ve cocuklari bir bakima rehine olarak tutulmak uzere tum erkeklerin belirli kotalari dolduruncaya kadar calismalarini saglamaya zorlandi. Kotalar cogu zaman ayda 25 gun calismayi gerektiriyordu. Yukumlulukleri yerine getirememek, kirbac, iskence ve olumle sonuclaniyordu.
Diger ulkeler Congo`da olanlari gormezden gelmeyi, 1896 yilinda Ingiltere parlamentosunun, Ingiltere`nin Afrika somurgelerine mensup iscilerin Congo`da kotu muamele gormeleri konusunda bir soru onergesi verilmesi ile birakmaya basladilar. 1899 yilinda Joseph Conrad Congo`da deniz ticareti yaptigi donemdeki gozlemleri ile yazdigi „Heart of Darkness“ adli romanini yayinladi.
Congo kabileleri 1895, 1897, 1903, 1904, 1905 ve 1910 yillarinda ayaklanma cabalari gosterdilerse de sayilari 19,000`i bulan ve 420 Avrupali komutan tarafindan yonetilen ordunun gerceklestirdigi acimasiz bastirma harekatlariyla basariya ulasamadilar.

Protestan misyonerlerin ve bagimsiz ticaret yapanlarin gozlemleri uluslararasi kamuoyuna yansimaya baslayinca Leopold yogun bir halkla iliskiler kampanyasi duzenledi. Iddialarin incelenmesi icin gostermelik bir komisyon bile kurdu. Gerektiginde basina rusvet vererek yayinlari engelledi.

1901 yilinda Edmund Dene Morel adinda bir Ingiliz denizci Congo`da tanik oldugu insan haklari ihlallerini duyurmak icin bir kampanya baslatti. “The West African Mail“ adinda bir gazete cikararak, Ingiltere`de konusma gezileri yaparak parlamentonun dikkatini cekti. Parlamento Roger Casement adli bir diplomati, iddialari incelemek uzere Congo`ya gonderdi. 1903 yilinin 20 Mayis`inda Ingiltere Avam kamarasi oybirligi ile yayinladigi bildiride Congo`da yasananlari kinadi ve Berlin Genel Anlasmasinin taraflarini ulkede yasanan kotulukleri sona erdirmeye davet etti. Yasananlarin uluslararasi kamuoyunun gundemine gelmesini gerekecek olcude seytanca oldugu vurgulandi.

Ayni yilin Temmuz ayinda Belcika parlamentosunun Congo konusunda 3 gun suren oturumlari sonucunda Congolularin herhangi bir hak iddiasinda bulunamayacaklarina karar verildi

1904 yilinda Roger Casement`in 62 sayfa uzunlugundaki raporu yayinlandi. Raporda yer alan rehin alma, kirbaclama, iskence, zorla calistirma ve cinayet anlatimlari kamuoyunda infiale sebep oldu. Morel ve Casement Mart 1904`te ilk insan haklari orgutu olarak tanimlanabilecek “Congo Reform Association”i (Congo Reform Birligi) kurdular. Fotograf, tanik ifadeleri ve yazilariyla onemli sayida taraftar topladilar. ABD baskani Roosevelt, yazarlar Sir Arthur Conan Doyle, Mark Twain gibi isimlerin destegini de sagladilar. Hatta Mark Twain 1905 Eylul`unde Birlik tarafindan yayinlanan brosurde Leopold icin “ 15 milyon Congolunun katili, acgozlu, yirtici, kana susamis yasli keci” ifadesini kullandi.

Belcika parlamentosu uluslararasi baskilar uzerine bagimsiz bir komisyon kurulmasi icin Leopold`u zorladi. Komisyonun bulgulari Roger Casement`in raporunu dogrular nitelikteydi. Ancak raporun tamami hic bir zaman kamuoyuna aciklanmadi, yalnizca gozden gecirilmis bir versiyonu paylasildi. Komisyonun tek kurbani Leopold rejiminin basbakani oldu. Komisyona ifade verdikten sonra intihar ettigi aciklandi. Taniklik eden birkac misyoner de hafif cezalara carptirildi. Leopold`un komisyona tepkisi komisyonun bulgularini inceleyecek yeni bir komisyon kurmak oldu.

Belcika parlamentosu izleyen 2 yil icinde Congo`daki Leopold rejimi karsisinda alinacak tavri tartisti. Bu arada Leopold Congo`dan alinabilecek kalan ne varsa almaya calisti. Her Congoluya ayda 40 saat kamu hizmeti zorunlulugu getirildi.

10 Agustos 1908`de Belcika parlamentosu Bagimsiz Congo Devletini resmen somurgesi haline getiren bir karar aldi. Devletin adi Belcika Congosu olarak degistirilirken, Leopold`a da yaptigi ozveri icin yukluce bir tazminat odendi. Devirden sonra Belcika ve Congo`daki Bagimsiz Congo Devleti arsivleri Leopold tarafindan yaktirildi. Belcika parlamentosu komisyon raporlari nedeniyle kimsenin sorumlu tutulmayacagini acikladi. 12 ay sonra Congo`ya giden Belcika somurge bakani donusunde, insan haklari ihlaline iliskin iddialari reddetti.

Leopold rejiminin basinda 25 milyon civarinda oldugu tahmin edilen Congo nufusu rejimin hukum surdugu yaklasik 25 yilin sonunda 9 milyona dusmustu.

Sonra olanlar:

1960 yilinda Belcika Congosu bagimsizligini kazanarak Republic of the Congo adini aldi. 1965 yilinda general Mobutu darbe ile iktidari ele gecirdi. Leopold`un yontemleri ile kendi cikarlari icin calisti. 1971 yilinda ulkenin adi Zaire olarak degistirildi. 1997 yilinda Mobutu devrildi ve ulkenin adi Democratic Republic of Congo olarak degistirildi. Ic karisikliklar ve komsulari Rwanda ve Uganda`nin mudahaleleri ile kucuk idari birimlere ayrildi. Bugun de istikrarsizligini surduruyor.


Iste bir Afrika ulkesinin hazin ama bir o kadar da ibret verici somurgelestirme oykusu. Somurge edinen diger ulkelerin Belcika`dan farkli davrandiklarini dusunmek icin bir neden goremiyorum. Belki birkac ayrinti farkli olabilir, o kadar. Afrika ulkelerinin bugun icinde bulunduklari fakirlik, kaos ve siddetin kimin mirasi oldugunu gosteren bir ornek Congo.



Kaynakca: Cesitli internet sitelerinden derlenerek Turkce`ye cevrilmistir.

Uzerinde konustugumuz kavramlari bilmek

Soykirim sozcugunu her gun duyuyoruz bu aralar. Peki tanimini biliyor muyuz ? Meraklisi icin asagida kisa bir bilgi aktariyorum.

Birlesmis Milletler Genel Kurulu 9 Aralik 1948`de Soykirim Sucunun Onlenmesi ve Cezalandirilmasi Sozlesmesi`ni (The Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide ) kabul etti. Sozlesme 12 Ocak 1951`de yururluge girdi (Resolution 260 (III)).

Sozlesmede soykirimin uluslararasi kabul goren tanimi da yapildi. Sozlesmenin 2. maddesinde soykirim: “asagida sayilan eylemlerden herhangi birinin, ulusal, etnik, irksal ya da dini bir grubu tamamen ya da kismen yoketmeyi amaclayarak gerceklestirilmesi” olarak tanimlaniyor ve maddeleri sayiliyor:

(a.) Grup uyelerini oldurmek;
(b.) Grup uyelerine ciddi fiziksel ya da zihinsel zarar vermek;
(c.) Gruba, bilincli olarak tamamen ya da kismen ortadan kaldirilmalarini
amaclayan yasam kosullari uygulamak;
(d.) Grup icinde dogumlarin olmasini engellemeyi amaclayan onlemler uygulamak;
(e.) Grubun cocuklarini bir baska gruba zor kullanarak aktarmak.

Thursday, October 12, 2006

Rum iddialari

Ermeni iddialarindan baska bir de Rum iddialari var. Onlarin soykirim iddialari uluslararasi kabul gormuyor gerci, ama ileride isine yarayan kullanabilir belki. Belli olmaz. Tarihleri bile var; 19 Mayıs 1919 Yunan Parlamentosu tarafından Pontus soykırımı, 9 Eylül`de, küçük Asya soykırımının, Rum kırımının ilan edildiği tarih. Tarihler tanidik geliyor mu? Yakinda 1071 yilini, 1453`u de Bizans soykirimi icin referans olarak gorursek sasirmayiz herhalde.

Fransa inkar yasasini kabul etti

Ajanslarin verdigi haberlere gore Fransa parlamentosu Ermeni iddialarini reddedenlerin cezalandirilmasina iliskin yasayi kabul etti. Yasa teklifi 19'a karşı 106 oyla kabul edildi.

Fransa-Turkiye iliskileri ve Ermeniler ile ilgili olarak daha fazla bilgi edinmek, Ermenilerin Fransa`yi neden bu kadar ilgilendirdigi konusunu biraz daha net gormek isteyen okuyucular asagidaki yaziyi yararli bulacaklardir.

http://www.usakgundem.com/makale.php?id=177

Wednesday, October 11, 2006

Ermeni Tezleri, Fransa Avrupa (2)

Fransa`ya ekonomik ambargo mu uygulasak, urun boykotu mu yapsak, ne yapsak? Tepkimizi nasil dile getirsek?

Dogal olarak her kesim verilecek tepki konusunda fikir yurutuyor. Ulkede Ermenistan`a iade etmek uzere kacak Ermeni avina cikmak isteyenden Fransiz mallarini boykot etmege varan yelpazede herkes kendince bir tepki oneriyor.

Bence yapilabilecek en iyi sey, bu eylemlerin arkasinda yatan niyeti bildigimizi, anladigimizi gostermek olacak. Sozle degil tabii. Uluslararasi arenada, arena derken her iki anlamini da kastediyorum, sozlerden cok tavirlar etkili oluyor. Sozunuzu destekleyecek tavri ortaya koyamiyorsaniz, kelimeleriniz gazete arsivlerinde tozlanmaktan oteye gidemiyor. Kuba`daki 1962 fuze krizinde (1) Sovyetlerin fuzelerini sokup geri cekilmelerine J.F.Kennedy`nin Khrushchev’e “Fuzelerinizi kaldirin yoksa Kuba`yi isgal ederiz“ demesi yetmemis, adayi ablukaya alip yaklasacak Sovyet gemilerine ates acmaya hazirlanmasi gerekmistir. Bugun o zaman soylenenleri hatirlamiyoruz bile. Lozan antlasmasi da arkasinda kararli ve hakkini elde edene kadar mucadeleye azimli bir guc olmadan yalnizca masa basindaki diplomatik girisimlerle yapilabilir miydi dersiniz? Bu ornekler askeri referanslar tasimakta. Fransa ve yandaslari ise bizim dusmanimiz degil, savasta da degiliz cok sukur. Ama ne yaptigini bilen, gucunun farkinda olan kararli ve uzun da surecek olsa mucadeleye hazir bir yonetim gerkiyor.

Mucadele olacaktir, cunku karsimiza aldigimiz rakiplerden istediklerimiz, onlarin bize vermek istedikleri degil. Biz onlarla esit bir ortaklik istiyoruz. Su anda aslan payini aldiklari fonlarda hak iddia ediyoruz. Avrupa Parlamentosunda nufusumuzla orantili oy hakkimizi istiyoruz (2). Yetmis milyon vatandasimiza Avrupa kapilarini acmak istiyoruz. Bunlari bize altin tepsi icinde sunmalarini bekleyemeyiz. Bu mucadele uzun surecektir, cunku bu surec dinamik bir surec. Ekonomik sartlar degisiyor, durgunluklar, krizler yasaniyor, sosyal ve siyasal dengeler degisiyor. Birkac yil once Avrupa ulkelerinin buyuk bolumu sol egilimli hukumetler tarafindan yonetilirken bugun ibre saga kaymis durumda. Dogal olarak bu gelisme toplumsal olaylardan ve ekonomiden bagimsiz gerceklesmiyor. Turkiye`nin uzun vadeli stratejilerini belirlerken olasi ic ve dis inis cikislari da dusunmek, satranc oynar gibi, hesapli ve planli hareket etmek gerekiyor. Ama gozden kacirilmamasi gereken cok onemli bir unsur daha var; ulasilmak istenen amaci bilmek ve bu amaca inanmak. Amacimiz ne? Avrupa Birligine uye olmak nihai amac midir? Uye olunca ne yapacagiz? Olamazsak ne olacak? Bu sorulara cevaplarimizin olmasi lazim.

Ulkemizin dunya uzerinde ulasmayi hedefledigi yer konusunda somut bir nokta gostermenin bu kadar dinamik bir yapida mantiksiz olacagi acik. Cunku o zaman da, “Ulastik, simdi ne olacak?” sorusu gelecek. Ulasildiginda tabii. Ama uzun soluklu dusunmek gerektigini biliyoruz. O zaman hedef ne? Bu sorunun cevabi icin, her ne kadar siyaset bilimi bize cesitli siyasal sistemlerin devletin varlik amaci ile ilgili tezlerini degerlendirip modeller uzerinde calisma yaparak sonuca ulasmamizi oneriyor olsa da, kestirme bir yol izlemek sizleri cok daha uzun bir yazi okumanin yukunden kurtaracaktir. Amac baktigimiz yere gore degismekle birlikte toplum ve devlet olarak ekonomik ve sosyal alanda refaha ulasmak, kulturel olarak da ilerlemek olmali dersek karsi cikacak fazla muhalifimiz olmaz saniyorum. Yeterince kazanan, yani kazandigi para refahiyla dogru orantili olarak artan sosyal ve kulturel ihtiyaclarini karsilayan bir toplumun bireylerinin birbirlerine daha bagli, daha hosgorulu ve yardimsever olmasini beklemek asiri iyimserlik olmasa gerek. Devlet olarak da uluslararasi platformda guclu ve saygin olmanin anahtarini, saglam bir mali yapi ve guclu savunma sisteminin yani sira temsil ettigi toplumun sayginliginda bulabiliriz.

Toplumlari motive eden, harekete geciren, onlerine koyduklari hedeflerdir. Hedefler kisa orta ve uzun vadeli olarak ayri kategorilerde dusunulebilir. Bu bicimde olmasi aslinda bir olcude zorunluluktur. Cunku uzun vadeli hedefler daha soyuttur. Nokta hedeflerle degil kavramlarla ifade edilirler. Orta ve kisa vadeli hedefler ise daha somuttur. Ancak bu somut hedeflerden soyuta nasil ulasilacagi bilinmelidir. Yani yalniz nereye ulasacagini bilmek yetmiyor. Uzun vadeli hedefe ilerleyen yoldaki ara hedefler de ulasilabilir, ulasildigi algilanabilir olmali. Turkiye`nin onunde uzun vadeli hedefi var. Cagdas uygarlik duzeyine cikmak.

Cagdas uygarlik duzeyi soyut bir kavram. Ama neyi ifade ettigi cok acik. Turk halkini hakettigi yasam standardina kavusturmak icin dunyadaki en ileri ulkeler neredeyse, bizim de orada olmamiz demek bu. Uygarlik, onu olusturan birimler tatafindan belirlenir. Bu konuma geldiginizde siz de belirleyici olursunuz. Sizin normlariniz da uygar olma sartlari arasina girer.

Cagdas uygarligi dogu ya da bati uygarligi bicimine indirgemek dogru olmayacaktir. Avrupa orta cagi yasarken uygarligin doguda oldugunu unutmamak gerekir. Sozunu bu yazida bir cok kez duydugumuz dinamik yapida uygarligin yerini haritada bir noktaya adreslememeliyiz.

Konunun cevresinde donup duruyoruz, cunku kavramlari acikliga kavusturmadan konustugumuz zaman herkes konuyu farkli bicimde algilayabiliyor.

Ne yapmali sorusunu aslinda gecen yil sormaya baslamaliydik. Aslinda sormaya baslamistik, ama gecen yil bu yilkinin aksine Fransiz hukumeti yasanin gorusulmesini engelledi. Yasayi parlamentonun tatile girecegi dakikalarda gundeme aldi ve oylama yasama yilinin bitmesi nedeniyle yapilamadi (3). Onerge sahiplerinin cabalari sonuc vermeyince yasanin gundemden dusmesi uzerine ulusca ve daha keder verici bir ihtimalle hukumetce de olay unutuldu. Hukumetin, “Elimizde oynanacak kozlarimiz var.” soylemini duyduk ve gelismeleri hep beraber izliyoruz. Somut bir eylem planlari oldugunu umuyorum. Adana`ya Cezayir soykirimi heykeli dikmek disinda bir sey simdilik duyamadik. Bu tur kararlari tarihcilere birakmanin ulusal politikamiz oldugunu unutmayiz umarim. Ama Fransa`da yasa aleyhine herhangi bir kulis faaliyeti yapildigini duyan, goren varsa bile kamuoyu ile bu tecrubesini paylasmadi.

Fransa`ya verilebilecek tepkinin, kurmak istedikleri tuzaga dusmeden verilmesi gerekecek. Turkiye`nin Avrupa Birligi uyeligine verdigi degerin de bir sinamasi olacak bu bir anlamda. Uyelik hedefine bir ulkenin ic ve bolgesel politikalari ugruna takindigi tavir nedeniyle feda edilmeyecek kadar deger veriliyor mu, bunu gosterecegiz. Ve eger feda etmeme karari verirsek, bunu alternatifsizlikten degil, ozgur irademizle, verdigimiz sozlerin arkasinda durma sorumlulugumuzla yaptigimizi vurgulamaliyiz. Ayni sorumlulugun, verilen sozlerin arkasinda durma sorumlulugunun, ahde vefanin Avrupa Birligine uye ulkeleri de baglamasi gerktiginin, bunun bir onur ve guvenilirlik sorunu oldugunun, dillerden dusmeyen bati medeniyetinin bu tur davranislarla sorgulanir hale geldiginin de altini cizerek hem de.

Daha once uzerinde durdugum sozleri eylemlerle destekleme konusunda gereken adimlari atmaya baslamanin da zamanidir artik. Ancak isin bu kismini tum dunyaya ilan ederek yapmamaliyiz bence. Alacagimiz tavri dostlarimiz ve rakiplerimiz, hareketlerimizi takip ederek kendileri anlamaya calismalilar. Taahhutlerimize ve onumuze koydugumuz hedeflerimize bagliligimizi kendimiz icin devam ettirmeliyiz. Sonucta bu gune kadar yapilan reformlardan hic bir Turk halkinin zararina sonuc vermedi. Bu reformlari tehdit ve santajla degil, benimsedigimiz icin yaptigimizin da bir gostergesi olacak reformlara devam etmemiz.

Alternatif yaratma konusunda onceligin, kendi ayaklari uzerinde duran, cevresinde, yorungesinde olunmasindan diger ulkelerin fayda saglayacagi bir ulke haline gelmek oldugunu dusunuyorum. Doguya donmek, Iran`la ya da Rusya ile yakinlasmak nihai tavir olmamali. Elbette bu ulkelerle iliskilerimizi gelistirmeliyiz. Onlarla ve diger komsularimizla. Bizim Fransa ile sinirimiz yok. Ayni akarsulari paylasmiyoruz. Turkiye`nin amaci, bir birlik icinde olmasi arzulanan, uyeligi, varligi aranan ve istenen ulke olmak olmali.

Bu konuda daha fazla yazarak kimseyi mesgul etmek istemiyorum. Gelismeleri ve sonuclarini hep birlikte izleyecegiz. Umarim olaylarin varacagi nokta Turkiye`nin yararina olur.


Saglikli ve guzel gunler diliyorum,

Dipnotlar:
(1) ABD’de seçim mücadelesinin hızlandığı bir dönemde 16 Ekim 1962 günü dönemin ABD Savunma Bakanı Robert McNamara Küba’da füze üslerini belirleyen hava fotoğraflarını Başkan Kennedy’e gösterdi. Fotoğraflardan edinilen bilgiye göre, Sovyet füzeleri yerleştirilmeye başlanmıştı ama ateşlemeye hazır hale gelmeleri için bazı parçaların Küba’ya gelmesi gerekiyordu.
Kennedy teknik danışmanlarıyla uzun süren toplantılar yaptıktan sonra Küba’nın denizden abluka altına alınmasına karar verdi. ABD, abluka kararı konusunda Birleşmiş Milletler’e, OAS’a ve NATO’ya danışmadı ve sadece bu örgütleri kararından haberdar etmekle yetindi.
22 Ekim 1962 tarihinde abluka uygulanmaya başladı. Bu sırada, Atlantik Okyanusu’nda seyreden Sovyet gemileri Küba’ya yaklaşmaktaydı. Bu gemiler ablukaya uymadıkları takdirde batırılacaklardı. Khrushchev ilk tepki olarak saldırı değil savunma silahı taşıdığını söylediği gemilerin durması için emir vermeyeceğini açıkladı. Bu durum gerilimi daha da tırmandırdı.
Khrushchev, 27 Ekim 1962’de Kennedy’e gönderdiği mektupta, ABD’nin Türkiye’deki benzer füzeleri sökmesi halinde (ABD 1960 yılında Türkiye’ye Jüpiter füzeleri yerleştirmişti) SSCB’nin de Küba’dakileri sökeceğini, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına saygı göstereceğini, içişlerine karışmayacağını ve işgal etmeyeceğini belirtmiş ve Küba’daki füzelerin sökülmesinin karşılığı olarak ABD’nin de aynı güvenceleri Küba açısından vermesi gerektiğini eklemiştir.
Başkan Kenedy ise aynı tarihli cevabi mektubunda, Kübadaki füzeler söküldüğü taktirde Küba’ya karşı uygulanan ablukaya son verileceğini ve Küba’yı işgal etmeyeceği güvencesini verebileceğini kaydetmiş ancak Türkiye’deki füzelerin sökülmesi konusunda kesin bir güvence vermekten kaçınarak “Dünyadaki gerginliklerin yumuşaması, mektubunuzda belirttiğiniz öteki silahlarla ilgili olarak daha geniş bir düzenlemeye gidebilmemize olanak sağlayabilir” demiştir.
ABD Başkanı Kennedy kısa vadeli tedbirlerle uzun süreli tedbirleri birbirinden ayırmaktaydı. Kennedy için önemli olan ABD’ye yönelik tehditin ortadan kaldırılmasıydı. Jüpiterler ise daha sonra ele alınacak bir düzenleme içinde düşünülebilirdi.
ABD’ye göre pazarlık unsurları da birbirine uymamaktaydı. Bir yanda birdenbire Küba’ya yerleştirilen füzeler öte yanda çok önce yerleştirilmiş bulunan ve yerleştirildikleri anda SSCB’nin tepkisiyle karşılaşmadığı için üstü kapalı olarak kabul edilmiş füzeler bulunuyordu.
Khrushchev 28 Ekim 1962’da Kennedy’e ikinci bir mektup yazmıştır. Bu mektupta Türkiye’deki Jüpiter füzelerinden hiç bahsedilmemiş ve Kennedy’nin önerilerine sıcak bakıldığı vurgulanmıştır. Kennedy, aynı gün Khrushchev’e bir mektup göndermiş ve sağduyulu kararından dolayı kendisini tebrik etmiştir.
28 Ekim 1962 tarihli mektuplar ve ABD’nin Küba’ya uygulanan ablukayı kaldırmasıyla bunalım atlatılmış oldu.
Khrushchev’in füzeleri sökme kararı NATO’da da rahatlama yaşanmasına neden oldu. Çünkü, 28 Ekim 1962 tarihli NATO Konseyi toplantısında ABD Küba’yı işgal hareketine girişirse Türkiye’nin Sovyet işgaline uğrayabileceği ve NATO’nun savaşa sürüklenebileceğine değinilmişti. NATO Konseyi’ndeki bazı delegeler ABD’den Küba’yı işgal etmeme garantisi istemiş, ABD delegesi ise bu güvenceyi vermekten kaçınmıştı. (Vikipedia)
http://tr.wikipedia.org/wiki/Ekim_F%C3%BCzeleri_Bunal%C4%B1m%C4%B1

****************************************************
(2) Avrupa Parlamentosu

Avrupa Parlamentosu üyeleri 1979 yılından beri beş yılda bir yapılan seçimlerle üye ülke vatandaşları tarafından doğrudan seçilen bir parlamentodur ve üye ülke parlamentolarından ayrıdır. Üye ülke parlamenterleri aynı zamanda Avrupa Parlamentosu üyesi değildirler.

Avrupa Parlamentosu Komisyon tarafından yapılan mevzuat önerilerini işgücünün serbest dolaşımı, iç pazar yaratılması, araştırma ve teknolojik geliştirme çalışmaları, çevre, tüketicinin korunması, eğitim, kültür ve sağlık gibi alanlarda Konsey'e de danışarak yasalaştırır. Avrupa Parlamentosu her yıl Aralık ayında Avrupa Birliğinin gelecek yıla ait bütçesini onaylar.

25 üye ülke vatandaşları tarafından Haziran 2004'te seçilen Avrupa Parlamentosu 732 üyeden oluşmaktadır ve bunların üçte biri kadın (222) vekillerden oluşur. Parlamento'da ülke bazında sandalye sayıları
• Almanya 99,
• Fransa 88,
• İtalya 78,
• İngiltere 78,
• İspanya 54,
• Polonya 54
• Hollanda 27,
• Belçika 24,
• Çek Cum. 24,
• Yunanistan 24,
• Macaristan 24
• Portekiz 24,
• İsveç 19,
• Avusturya 18,
• Danimarka 14,
• Slovakya 14,
• Finlandiya 14,
• İrlanda 13,
• Letonya 13,
• Litvanya 9,
• Slovenya 7,
• Estonya 6
• Kıbrıs 6,
• Lüksemburg 6,
• Malta 5
olarak dağılmaktadır.
AB Bakanlar Konseyi

AB Bakanlar Konseyi Avrupa Birliği'nin asıl karar alıcı kurumudur ve AB ülkelerini temsilen katılan Bakanlar tarafından oluşur. Hangi Bakanın toplantıya katılacağına ise toplantı gündemine göre karar verilir. Örneğin çevre ile ilgili konuların tartışılacağı Bakanlar Konseyi'ne üye ülkelerin Çevre Bakanları katılır ve buna Çevre Konseyi denir.

Avrupa Birliği'nin diğer ülkelerle ilişkileri "Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi" tarafından yürütülür. Ancak bu Konsey çok daha geniş alandaki konuları görüştü için her bir hükümetin seçtiği bakan katılır.

Toplam olarak 9 farklı Konsey yapılanması vardır:
Genel İşler ve Dış İlişkiler,
Ekonomik ve Mali İşler (Ecofin),
Adalet ve İçişleri,
İstihdam, Sosyal Politika, Sağlık ve Tüketici Hakları,
• Rekabetlilik (İç Pazar, Sanayi ve Araştırma),
• Ulaştırma, Telekomünikasyon ve Enerji,
• Tarım ve Balıkçılık,
• Eğitim, Gençlik ve Kültür.
Konsey toplantılarına katılan bakanlar ülkelerini tam yetki ile temsil ederler. Yılda en fazla dört kez Avrupa Komisyonu Başkanı ile üye devlet başkan veya başbakanları ile bir araya gelerek "Avrupa Konseyi"ni oluşturur. Bu durumda Konsey'de toplanan üye devlet temsilcileri Konsey üyesi olarak değil kendi hükümetinin delegesi olarak değerlendirilir. Zirve olarak adlandırılan bu toplantılarda AB politikaları oluşturulur ve bakanlar seviyesinde çözülemeyen konulara çözüm bulur.

Konsey Başkanlığı altı aylık dönemler halinde sırayla üye ülkelerce yürütülür. Altı aylık süre boyunca bir üye ülke Konsey Başkanlığı yapar ve Konsey gündemini belirler, siyasi kararlar ve mevzuat uygulamalarına öncülük yapar ve üye devletler arasında uzlaşmayı sağlar. Örneğin, 2006 yılının ikinci altı ayında Çevre Konseyi toplanması kararlaştırılırsa, bu Konsey'e dönem Başkanı Finlandiya'nın Çevre Bakanı Başkanlık yapar.

Konsey'de kararlar oylama yoluyla alınır. Ülke nüfusu ne kadar çok ise o kadar oy kullanma hakkına sahiptir ancak oy ağırlıkları daha az nüfuslu ülkeler lehine belli bir ağırlıkla hesaplanır. Ülkelere göre oylar şu şekilde dağılır:
Ülke
Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere 29
İspanya ve Polonya 27
Hollanda 13
Belçika, Yunanistan, Portekiz,Macaristan, Çek Cum. 12
Avusturya, İsveç 10
Danimarka, İrlanda, Finlandiya,Slovakya, Litvanya 7
Lüksemburg,Letonya, Slovenya,Estonya, Kıbrıs 4
Malta 3
TOPLAM 321

Ortak Dış Politika ve Güvenlik, vergilendirme, göçmenlik gibi önemli konularda Konsey kararları oybirliği ile alınır. Yani bir anlamda, üye ülkelerin bu konularda kararları veto hakkı vardır. Ancak çoğu konuda Konsey nitelikli çoğunluk oyuyla karar alır. Nitelikli çoğunlu şu şekilde hesaplanır:
• Eğer üye ülkelerin çoğunluğu kabul ederse (bazı durumlarda 2/3 çoğunluk) VE
• Eğer minimum 232 oy karar lehine ise.
Ayrıca bir üye ülke lehteki oyların Birliğe üye ülkelerin nüfusunun %62'sini temsil ettiğinin tespitini isteyebilir. Aksi takdirde alınan karar uygulanmayabilir.
(ISO AB ve Dis Ekonomik Iliskiler Subesi)

************************************************************
(3) Şimdilik sağduyu galip
19-05-2006
vatanim.com.tr - Arzu MORİN
Türkiye ile Fransa arasındaki ilişkileri kopma noktasına getiren Ermeni yasa tasarısı dün Fransız Meclisi'nde sert tartışmalara yol açtı. Hükümet tasarının oylanmaması için elinden geleni yaptı. Vekilleri "konu hassas" diye uyaran Cumhurbaşkanı Chirac, tartışmaya sağ kolu olan Meclis Başkanı Debre'yi gönderdi. Sağduyulu tavır takınan Debre, "vakit kalmadığı" gerekçesiyle yasa teklifini oylatmadı

Fransa Parlamentosu 2001 yılında "Ermeni soykırımı iddialarını" kabul ettiğinde Fransa ile Türkiye arasındaki ilişkiler büyük darbe almıştı. İki ülke arasındaki ilişkileri yeniden germek isteyen çevreler bu kez de soykırım iddialarını inkar edenlere hapis cezası ve 45 bin euro ceza getiren bir başka tasarıyı dün meclise sundu.

Haftalardan beri Türkiye ile Fransız tarihçilerin protesto ettiği tasarı, yoğun tartışmalara neden oldu. Cumhurbaşkanı Jacques Chirac görüşme öncesinde kurmaylarına, "konu hassas, sağduyulu olun" mesajı verdi. Chirac, sağ kolu olan Meclis Başkanı Louis Debre'ye de, "Görüşmeye bizzat başkanlık et" talimatı verdi. Hükümet de yasanın çıkmaması için elinden geleni yaptı.

İktidar Partisi UMP, dünkü oturumunda yeni sunulan başka bir yasa tasarısının görüşmelerini kasten uzatarak soykırım iddialarına çok az vakit kalmasını sağladı. Bunun üzerine teklifi veren Sosyalistler çileden çıktı. Ancak fırsatı kaçırmayan Meclis Başkanı, gerilimin arttığını gerekçe gösterip oturuma sürekli olarak 10-15 dakikalık aralar vererek zamanın daha da azalmasını sağladı.

Saat 13:15 süre doldu!
Tasarının Sosyalist mimarı Christophe Masse "2001'deki zaferi tamamlamamız gerek. Türkler, şehirlerimizde soykırımı protesto gösterisi yapıyor. Bu cezalandırılmalı" dedi. Ardından söz alan Dışişleri Bakanı Philippe Douste Blazy ise ders niteliğindeki konuşmasında "Soykırım iddiaları hortlak gibi karşımıza çıkıyor. Tarih yazmak meclislerin değil tarihçilerin işidir" dedi. Sosyalist Parti Grup Başkanı Jean Marc Ayrault da kendi partisinin verdiği yasaya karşı çıkarak sağduyulu bir tavır takındı. Meclis Başkanı Debre ise sık sık "Ben de karşıyım" mesajı verdi. Teklifin görüşmelerin ardından Debre, "Saat 13.15. Süre doldu, oylama yaptıramam" dedi ve oturumu kapattı. Böylece Ermeni tasarısı şimdilik rafa kalktı.

Galatasaray'daki değerleri hatırlayın!
Fransa Dışişleri Bakanı Philippe Douste Blazy, Sosyalist Partili vekillere hitaben yaptığı sert konuşma ile Fransız hükümetinin Ermeni tasarısına karşı olduğunu gösterdi. Blazy, Fransa ile Türkiye arasındaki eğitim ilişkilerine de dikkat çekerek Fransız vekillere, "Galatasaray Üniversitesi'nde öğretilen değerlere aykırı bir tavır takınmayın" uyarısı yaptı. İşte Bakan'ın sözleri:

Biz Ermenistan'ın dostuyuz ama Türkiye'nin de dostuyuz. Ekonomik, kültürel ve bilimsel alanda güçlü ilişkilerimiz var. Yapmamız gereken Ermenistan ve Türkiye arasında diyalogu geliştirici barış politikası izlemektir. Parlamentolar tarihçilerin işine karışmamalı. Yoksa Türkiye'de milliyetçilik duyguları kabarır. Türkiye'de yaşayan Ermeniler bu hassasiyetlerin çok farkında. Dışarıdan müdahale istemiyorlar. 'Evet' oyu kullanırsanız ciddi politik sonuçları olacak, tüm bölgedeki ilişkilerimize zarar verecek. Birçok Fransız şirketin Türkiye'de yatırımları var. Bunlar da olumsuz etkilenecek. Bu yasayı asla kabul edemeyiz!

"Teklif Kasım'da tekrar gelebilir"
Fransa'da uygulanan Niche parlamento mekanizma sistemine göre, her yasama döneminde muhalefet partilerine, kanun teklifi sunma hakkı tanınıyor. Teklifler için komisyon onayı aranmıyor. Sosyalist Parti'nin sunduğu Ermeni soykırımını inkar yasasına ilişkin teklif dün oylama aşamasına gelemedi. UMP Milletvekili Roland Blump'a göre Sosyalist Parti'nin yeniden bir teklif hazırlayarak sunması gerekiyor. Yasa ancak bir sonraki yasama yılında ele alınabilecek. Bir başka deyişle teklif ancak Kasım'da tekrar gündeme gelebilir. Siyasi gözlemcilere göre Ermeni tasarısının 2007'nin Haziran ayında yapılacak meclis seçimlerinden önce gündeme gelmesi düşük bir ihtimal. Bu durum diğer yandan Ermeni tasarısının Fransız seçimlerinde "malzeme" olacağına işaret ediyor.

Ermeni tezleri, Fransa ve Avrupa (1)

Son gunlerde Fransa’da yeniden canlanan ve kisaca Ermeni yasa tasarisi diyebilecegimiz duzenleme araciligiyla gundeme gelen tamamen siyasi tavir hakkinda birkac kelime de ben etmek istiyorum.

Bu konudaki goruslerimi sizlerle basin araciligiyla paylasmak isterdim ama kisa surede basinda bir kose sahibi olmamin, bu tur pozisyonlar icin aranan cesitli kriterler goz onune alindiginda mumkun oladigini sizler de takdir edersiniz.

Bu bir siyasi tavirdir dedim, cunku tarihciler tarafindan degerlendirilip bilimsel gecerlilik kazanmamis, yani kanitlanmamis bir konuda bir ulke parlamentosunun yasa cikartarak tarihi yazma gayreti baska bir bicimde aciklanamaz. Tarihe bu bicimde mudahale etme cabalari gorulmemis sey degildir gerci. Son yuzyilda bunu deneyen, belirli bir sure icin ve yalnizca kendi halklarinin bir kismina olaylari olmasini istedikleri gibi gostermeyi basaran rejimleri bizim neslimiz yakindan taniyor. Bir kisminin yikilisini seyrettik, bir kismini da buyuklerimizden, belgesellerden ogrendik. Bu rejimleri ve o donemde yasananlari Fransizlarin bilmiyor olmasini dusunmek mumkun mu? Bir yasa cikartmakla tarihte istedigimiz degisikligi yapabilir miyiz? Biz oyle istiyoruz diye Fransiz ihtilali ya da Ekim devrimi ortadan kalkar mi? Bu isin bir boyutu. Tarihteki bir olay su sekilde gerceklesmistir diyerek kendini ve halkinin bir kismini kandirmak isteyecek politikacilar olabilir. Su anda tartisilan, bu konuda gorus bildirmenin suc ilan edilmesi. Yasayla tarihi yazacaksiniz, sonra da yine yasayla konuyu tartismaya kapatacaksiniz. Cok guzel de, bunu nasil savunabildikleri basli basina bir muamma.

Son gunlerde yapilan hatanin boyutunun bir kisim politikacilar tarafindan farkedildigi, “Akademisyenler fikir beyan ederse suc olmasin“ turu manevra cabalarindan anlasilmiyor degil gerci. Ama sonucta Fransiz parlamentosu bu yasayi cikartacak gibi gorunuyor. Bu konuda israr etmenin, sonucta kendi degerleriyle celisen kanunlar yapmanin, nedeni ne olabilir? Fransa bunu gercekten Ermenilerin cilesi nedeniyle gozleri yasardigi icin mi yapiyor? Ustelik 90 yil sonra. Bu sorunun cevabi bence konunun oznesinin kim oldugunda yatiyor. Turkiye`den, Turkiye`nin ulastigi ve ulasacagi konumdan endiseleri var. Bir takim Avrupa ulkeleri bu yontemle bir mesaj iletiyorlar. Fransa`nin mustakbel reisicumhur adayinin, yasaya destegini cekmek icin ileri surdugu iddia edilen uc talebine bakmak bize bu anlamda bir pencere aralayabilir. 1- TCK 301. maddeyi kaldirin, 2- Ermeni soykirimini kabul edin, 3- Ermenistan ile sinirinizi acin. Bu teklifi yaparken nasil bir cevap bekledigini dogrusu merak ediyorum. Meslegimde bir buyugum bana, kendisine soyletmek istedigim seyleri soylemek istemedigi zaman “Cevabini bildigin soruyu sorma.“ derdi. Nicolas Sarkhosy`de herhalde olumlu bir yanit aramiyordu. Bu bir tavir gostergesiydi. “Biz gucluyuz, gucumuzu kullanmaktan cekinmiyoruz, elinizden geleni yapin“, ya da “Sizi Avrupa Birliginde istemiyoruz, siz bizden degilsiniz.“ gibi.

Fransa bu konuda daha aktif, cunku Avrupa Toplulugu icinde de gruplasmalar ve bu gruplara onderlik etmek isteyen ulkeler var. Gruplarda hangi ulkelerin oldugu tavir benzerliklerinden anlasilabiliyor. Fransa`dan sonra Ermeni konusunda onun kuyruguna takilan Hollanda`dan ses geldigini gorduk. Avrupa Anayasasi konusunda da ayni tablo karsimizdaydi. Grup liderleri aralarindaki dayanismayi da denemis oluyorlar boyle konulari gundeme getirmekle. Turkiye zaten dogal bir hedef tahtasi gibi Avrupa ulkeleri icin. Nedeni tarihte. 50, 100, 200 yil insanlar acisindan bakildiginda cok uzun gibi gorunebilir. Ama toplumlar, ulkeler soz konusu oldugunda cok kisa bile sayilabilir. Bugun Avrupa ve Asya haritalari uzerinde gordugumuz ulkelerin buyuk bolumunun tarihleri 1.500 yildan eski. Turkler ve Avrupalilarin bu surenin ne kadarini dostluk icinde gecirdigi de herkesin malumu.

Kendini diger uluslardan ustun goren uluslarin keni tarihlerine bakislariyla diger ulkelerin tarihlerine bakislarinin farkli oldugunu gecmiste bir cok ornekle gormustuk zaten. Eger siz kendinizi medeni, karsi tarafi ilkel kabul ederseniz, sizin gerceklestirdiginiz ayni eylem, onlar yaptiginda katliam, barbarlik, soykirim olur, siz bunu adalet, onur, baris icin yapmis olursunuz. Cunku esit degilsinizdir. Siz ustunsunuzdur, medeniyet sizin tekelinizdedir. Zaten ulkenizin refahi da bunu teyit etmektedir. Medeni = zengin, yoksul = ilkel. Bu kurami belirli bazi ulkelere uygularsak sonucta tanidik bir tablo ortaya cikar mi dersiniz? Somurge duzenini onlar kurmamis, kole ticaretini onlar yapmamis, engizisyon tarihlerinin bir parcasi olmamistir. Ya da bunlar cok eskiden olmus, unutulasi genclik hatalaridir. Kurcalanmasi gerekmez. O is baskadir. Bu da tanidik bir yaklasim tabii.

Ozellikle Avrupa`da yasayan yabancilar bu hikayeyi daha once zaten okumuslardir. Yasalarin yasadiklari ulke vatandaslarina ve kendilerine ne kadar esit uygulandigini, kendilerine ne kadar esit davranildigini yakindan tecrube ederek ogrenmislerdir. Ve ulkelerinin dusuruldugu bu durumu yurekleri parcalanarak izlemektedirler. Cunku bu duruma dusenler kendileri degiller esasinda. Onlarin sahsinda ulkeleri ve kulturleridir bu muamele layik gorulen. Bu onlari daha cok yaralamaktadir. Fransa orneginde gordugumuz, bunca yildir gizliden gizliye beslenen dusuncenin futursuzca disa vurumudur yalnizca.

Avrupa icinde de dogal olarak Turkiye`yi topluluk icinde, ya da tercihan topluluk ekseninde tutmak isteyen ulkeler var. Nedeni dostluk duygulari degil tabii. Turkiye`nin yuzunu batiya donuk tutmak siyasi ve ekonomik olarak en dogru tercih Avrupa icin. Endiseleri Turkiye`nin yuzunu doguya donmesi. Bence asil endiselerinin Turkiye`nin yuzunu dogu ya da batiya donmesi olmamasi lazim. Avrupa`yi sikintiya sokabilecek gelisme, Turkiye`nin cizgisini degistirmeden yoluna devam etmesi, bu arada cevresindeki bazi ulkelerin yuzlerini Turkiye`ye donmeleri olacaktir.

Buraya kadar tahlil yaptik birlikte. Bundan sonra ne yapilmali konusuna geldi sira.

Gecmise ve gelecege bakmaya devam edecegiz .

Saygilar sunuyorum.

Saturday, October 07, 2006

Iste sonunda ben de bu Blog isine girdim. Iyi mi kotu mu olacak bilmiyorum, ama daha fazla uzak kalamadim. Blog bir cesit gunluk olduguna gore, ben de paylasacaklarimi, aklimdakileri, klasik web sitesi duzeninin monotonluguna kapilmadan yaziya dokmek icin faydalanirim bu yenilikten dedim kendi kendime. Haydi hayirlisi.